Fakat, son kararın açıklanması ile birlikte, birçok kişi adaletin tecelli etmediği konusunda endişelerini dile getirdi. Dilara’nın yaşadığı talihsiz kaza, gündeme gelen engelli bireylerle ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi. Bu kararın toplumsal yansımaları ve benzer durumlarla karşılaşan ailelerin hissettiği derin üzüntü gözler önüne serildi.
Dilara, kaçırdığı bir anın, hayatını tamamen değiştireceğini asla tahmin etmemişti. 2020 yılında, bir şoförün dikkatsizliği sonucu meydana gelen kaza sonucunda yüzde 98 oranında engelli hale geldi. Bu trajik olay, onun ve ailesinin hayatını derin bir şekilde etkiledi. Aile, Dilara'nın tedavi sürecinin yanı sıra yaşam kalitesini artırmak için elinden geleni yapmaya çalıştı. Ancak, bu süreçte karşılaştıkları zorluklar ve yüklendikleri maddi manevi yük, aile için oldukça ağır oldu. Kazadan sonraki süreçte, Dilara’nın bağımsız bir yaşam sürme hayalleri bir kenara itildi ve sürekli bakım ihtiyacı duyan bir birey olarak yaşamaya başladı.
Kaza sonrası, şoför hakkında yasal süreç başlatıldı. Ancak, ailenin beklediği adalet mutlaka sağlanamayınca, durum onlar için katlanılmaz bir hale geldi. Son mahkeme kararı, ailenin ‘perişan’ hissetmesine sebep oldu. Verilen ceza, kazanın ciddiyetine oranla son derece hafif kalıyordu. Aile, durumun adalet anlayışını sorgularken, sadece kendi çocuklarının değil, benzer durumda olan tüm engelli bireylerin haklarını savunmak için mücadele etmeye karar verdi. Aile üyeleri, bu tür olayların sadece kendi hayatlarını değil, toplumun genelini de olumsuz etkilediğini belirtiyor. "Bu ceza bizi üzdü, perişanız," diyerek yaşadıkları duyguları ifade ettiler.
Mahkeme sürecinin ardından yapılan açıklamalarda, cezaların caydırıcılığının yetersiz olduğu, bu tür suçların yeniden işlenmesini teşvik edici boyutlarda olduğu konuşuluyor. Bu nedenle, çok sayıda engelli birey ve onların aileleri; yaşanan durumların tekrarlanmaması ve daha sağlam yasal düzenlemelerin yapılması adına seslerini yükseltiyorlar. Öte yandan, sosyal medya platformlarında kampanyalar düzenlenerek, toplumsal farkındalık yaratmaya çalışılıyor.
Dilara’nın yaşadığı olay, yalnızca bireysel bir hikaye olmaktan çok daha fazlası. Bu, toplumun vicdanını sarsan, adalet anlayışını sorgulayan ve engelli bireylere karşı duyulan sorumluluğu hatırlatan bir durum. Ailelerin yaşadığı bu tür hüsranların önüne geçmek amacıyla hukuksal reformların gerekliliği, hızla gündeme gelmeye başladı. Bu durum, hem siyasiler hem de sivil toplum kuruluşları tarafından dikkate alınarak, kalıcı çözümlerin geliştirilmesine neden olmalı.
Sonuç olarak, Dilara’nın hikayesi, engelli bireylere karşı duyulan ihtiyacın ve toplumda var olan eşitsizliklerin açığa çıkmasına hizmet ediyor. Her bireyin ve ailenin, adaletin sağlanmasını istemek ve bu uğurda mücadele vermek en doğal hakları. Unutulmamalıdır ki, her kaza, sadece bir kayıp değil; aynı zamanda bir sorumluluk ve vicdan muhasebesidir. Aileler, sadece kendi çocukları için değil, gelecekteki tüm nesillerin daha güvenli bir dünyada yaşaması için de el birliği ile adalet arayışını sürdürmelidir.